Çadırımız ve Biz



What up!

Bende hiç yön duygusu yoktur. Öncesinde on defa gittiğim bir yeri bile tarif almadan tekrar bulamam mesela. Navigasyonu takip ederken yanlış yola girerim, bütün dönüşleri kaçırırım. O, 'Calculating... Calculating...' diye çırpınır durur. Hee, yol sormayı da hiç sevmem. Aradığım adresi bulana kadar bir ileri bir geri, haldır haldır koşarım sokaklarda. Ama ne biçim de şanslıyım ki, Kozak'a taşındığımızdan beri adres bulma gibi bi derdim kalmadı. Çünkü, buralarda gittiğiniz yer ya yol üstünde, yani yanından geçiyorsunuz; ya da zaten ormana gidiyorsunuz. Orman yani... düz düşünün, ormana gidiyorsunuz.

Asıl mevzuya girmeden önce şunu da söyleyeyim. Şimdiye kadar beni herhangi bir yere çağıran arkadaşlarıma artık gerçeği açıklayacağım. Evet tatlışlar, o anlatmaya çalıştığınız mekanların hiç birini bilmiyordum ve aynen aşağıdaki gibi davranıyordum. Buyrunuz:

-- Menekşe bak Pompik Bar'dayız. Hani Zaferişko Sokak'taki. Biliyorsundur di mi?
-- Haa... Şey... Haa! Tabisi biliyorum ya! Bilmem mi hiç! Bekleyin, geliyorum ben şimdi. 

(Telefonu çıkar, tık tık tık Google Maps, Pompik Bar, Zaferişko Sokak, tık, ARA ve Yol tarifi al. Gidelim Maps, sen bir harikasın!)

İşte ben böyle bir insanım ve bu halimle size küçük bir seyahat yazısı hazırladım beybiler. Biz daha Kozak'a yerleşmeden, hatta ormanda yaşamak için -önceki yazıda anlattığım- ev arayışına başlamadan önce güzel bir tatil yapmıştık. Ege'deki bazı tatil yörelerini kamp yapa yapa gezmiştik. Çünkü, dağ başında bir yere taşınma isteğimiz kesin olsa da bu bölgelerde aklımızda kalan, keşke diyeceğimiz bir yer kalmasın istedik.

İlk olarak arabamızı hazırladık. O zaman devasa bir kamyonetimiz yoktu ama süper bir Passat'ımız vardı. Serkan açtı bagajı, yumdu gözünü! Yanımıza şunları aldık:
*Çadır
*Şişme yatak ve pompası -Daarr daarr diye kendi çalışandan değil ha. Ayakla hırf hırf diye hava basılandan. Bakın işte hep emek bunlar, hiç üşenmiyoruz.
*Mangal ve maşası
*Tabak, çatal, kaşık -En az dört kişilik; çünkü insan canlısı tipleriz. Bakmayın siz dağ başında yaşadığımıza.
*Rakı bardakları
*Tuz ve karabiber değirmeni
*5 litrelik su
*Buzdolabı poşetlerine porsiyonluk bölünmüş, haşlanmış börülce -kampta salata yapmak için
*Tahta yemek kaşığı, tava ve 2 adet salata kasesi
*Çaydanlık
*Yastık, çarşaf, pike
*Led ışıklar
*Katlanır kamp sandalyeleri ve masası
*Araba buzdolabı -Araba çakmağına takılandan
*Kıyafetler, diş fırçası, şampuan, sabun vb. şeyler
*Tavla
*Bikini, mayo ve belki su üstünde mayışmak için şişme deniz oyuncakları

Daha sadece çadırı koymuşuz, ama bagaj zaten o çadır kadardı.


Serkan feribotta uyudu. Evet fotoğrafın sol yanındaki şey bir domates fidesi. 
Fidemizle geziyoruz.

Seyahatimizin ilk durağı, Dikili'de tatilin dibine vuran annemin eviydi. Burada bir kaç gün kaldık. Gideceğimiz yerleri sıraya koyduk, rotamızı çizdik. Ha bir de rakı balık yaptık.

Burada ilk defa selfie çubuğu kullanıyorum sanırım.

Dikili'den sonra Didim'e doğru gidecektik. Arabamıza atladık. Hava acayip sıcaktı ama camları açtık; oh püfür püfür çıktık yola.
Bu fotoğraf Didim yolunda çekilmedi galiba. Sorry.

Akşam üstü saatlerinde Didem'e varmıştık. Kalacak yer aramaya başladık. Bu noktada, telefonunuza indirebileceğiniz, Camp Map Turkey diye bir uygulama var. Harita üzerinde size yakın olan kamp yerlerini gösteriyor. Aslında çadır kurup geceyi geçirebilecek birçok yer bulabilirsiniz ama kapısı, güvenliği olan bir yer istiyorsanız bu uygulamadan yararlanabilirsiniz. Vov... Çok bilgilendirici lâflar... Aslında Serkan'ın hayatı kamplarda geçmiş. Ama hiç camping'e gitmemiş. Hep ormana dalmış, kurmuş çadırını -zaten kendisi gerçek bir off-roadçudur. Biz o arabayla ormana dalamayınca kampçı adamı campingçi yaptık! Telefon uygulamalarına bağlı kaldık.

Seçeneklerimizi değerlendirdik ve Tavşan Burnu'nda kalmaya karar verdik. Mevsim itibariyle alan çok kalabalıktı. Arabayla bir iki tur attıktan sonra yerimiz seçtik. Çadırımızı kurduk. Sandalyemizi, masamızı hazırladık. Akşam yemeğine malzeme almak için yakındaki bir markete yollandık. Biraz et, salatalık malzeme ve rakımızla geçici evimize geri döndük. Yedik ettik. Sandalyelerimizde kaykıldık. Hafif esintili, çok sakin ve dinlendirici bir akşamdı. Keyfimize diyecek yoktu valla. Mangala gömülü patates ve soğan mis gibi kokmuştu. Gece sonunda çay rakıya meze olmuştu.

Tavşan Burnu'nda kampımız

Yalnız soğanla patates öyle bir kokmuş ki, komşu kamptaki aile kendi soğanlarını getirip bizim mangala gömdü.

Oley! Mangalda çay

Sabah kalktıktan sonra günümüzü Didim'i gezerek geçirdik. Sağda solda gördüğümüz satılık-kiralık ilanlarındaki telefon numaralarını aradık. Evlerin fiyatlarını ve merak ettiğimiz başka şeyleri sorduk. Akşama doğru tekrar kampa döndük. Burada bir gece daha kaldıktan sonra Marmaris'e doğru yola çıktık.

Marmaris'e gidiyoruz. Ay güneş gözüme...

Marmaris'te de Didim'dekine benzer bir gün geçirdik. Biraz gezdik, biraz bakındık. Yaşamak isteyebileceğimiz yerleri sorduk soruşturduk. Saat ilerleyince çadırımızı kurmak için kamp alanı arayışına başladık. Oraya git buraya gel, düzgün bir yer bulamadık. Sonunda sinirlenip iyice tepemiz atınca yolda gelirken önünden geçtiğimiz Datça-Marmaris sınırında kalan, Çubucak Orman Kampı'na döndük.

Bu resimde çok sinirliyiz.

Çubucak'ta da -Tavşan Burnu'nda olduğu gibi- bir süre yer aradıktan sonra uçlara doğru, kalabalığın azaldığı sakin bir yer bulup kampımızı ve rakı soframızı kurduk. Burası da çok minnoş bir yerdi; fakat Didim'e göre sıcak ve böcekli bir gece geçirdik. Vızzıırr diye dalışa geçerek intihar eylemi yapan dev kanatlıcıklar... Böceklerin adı buydu.

Datça'da ilk kamp -Hello Cemre!

Burada çadırımızı kurduğumuz yer ıslak mekanlara biraz uzak olduğundan, ne zaman tuvalete ya da duşlara gitmek istesek bir sürü başka kampların önünden geçiyorduk. Örneğin, bir keresinde karavanların olduğu bir sokağı seçmiştim tuvalete giden yol olarak. Adamlar karavanların etrafına çit çakmış, bir de bu çite çiçek sardırmış. Ya siz ne zamandan beri oradasınız ki? Bazıları karavanın yanına çek-yat koymuş, uzanmış televizyon izliyor. Hayır yani misafiri de düşünüyor. Biri ziyarete gelse açacak hemen çek-yatı. Onu oraya nasıl getirdiğini zaten sorgulamıyorum çünkü televizyonda Digiturk kanalı izliyor! Ya aracının tepesine çanak bağlatmış! Bunlara bakarken zaten nereye gittiğimi unutmuşum. Kayboldum. Uzun bir süre, bildik bir sokağa çıkayım da tuvaleti bulayım diye uğraştım. 

Ertesi gün, gecenin sıcağından beter, deli bir güneşe uyandık Çubucak'ta. Kahvemizi içtikten sonra gezmeye çıktık. Sıcak iyice alnımıza alnımıza vurmaya başlayınca haydi denize girelim dedik ve sakin bir koy aramaya başladık. Denize doğru giden en dar, taşlık ve sapa keçi yolunu tercih ettik. Bunu yaparken altımızdakinin koca bir jip değil de canım bir sedan olduğunun pekâla farkındaydık. İlerledikçe ortalık ıssızlaştı. Garip şekilli böcekler ve ve minik kertenkelelerle doldu her yer. Biz nereye geldik diye soramadan,  telefonlarımız, 'Yunanistan'da da tarifenizi değiştirmeyin, internetsiz kalmayın.' mesajlarıyla bombardımana uğradı. Serkan, Atılgan'ın kaptanı, çılgın meteor yağmurundan geçercesine sağa sola yatıyor, bütün engelleri aşıyor; çukurları ve tepeleri büyük bir ustalıkla geçiyorduuu. Ki n'oldu dersiniz? Birden yol bitti ve çarşaf gibi dümdüz, şeffaflıktan dibindeki taşlar sayılan, müthiş bir deniz manzarası bizi karşıladı. Ne bir insan, ne bir ses... Epeyce uzakta görülen sahipsiz, eski bir kayıktan başka hiçbir şey yoktu etrafta. 
Yoldaki fıstık yeşili kertenkele

''Ay nasıl da ıssız bir yer!'' diyorum burada.


Hemen denize koşmak istedik ama önce bir selfie çekmeyelim mi?
Vee Selfie... Ama orada bir karartı var.

Valla bak... Orada biri mi var?

 Eneeee Serhan da burdaymış! Yavaşca gelip selfie'ye sızmış! Yehuu!

Keşke ben de güneş gözlüğü taksaydım da, gözlerimi kısayım derken lahana turşusu gibi poz vermeseydim.

Serhan'ı mahsur kaldığı ıssız koydan kurtardığımız bu inanılmaz olaydan sonra tabi ki biraz yüzdük. Ben deniz kabuğu topladım. Sonra hep birlikte arabaya atlayıp o zorlu yola geri girdik. Tangır tungur, güle oynaya Datça'nın insanla dolup taşan kısmına döndük. Serhan bizi TATUTA üyelerinden biri olan İbrahim Orhan çiftliğine götürdü. Bol muhabbetli bir gün; bol kızartmalı ve sarımsaklı yoğurtlu bir akşam, finalde de bol rakılı ve şaraplı bir gece geçirdik. Ama acayip şarap yapmışlar. Çok acayip... 


Çiftliğin miniş kedileri. Hayvanın parmakları seçilmiyor; çünkü aşırı küçük

Yeni günde, yine bir koy keşfetmeye çıktık. Gittik, gittik. iyice bir gittik. Sıcaktan erimiş asfaltta, arabanın lastikleri vızır vızır ederken ne de çok gittik. En sonunda Yazıköy'de bulduk kendimizi. Güzel ve huzur dolu bir köydü burası. Biraz turladık. Bir emlakçıyla görüştük. Fakat bize uygun bir yer çıkmadı. Hiç moral bozmadık. Hemen ilk planımıza dönüp deniz kenarına gidelim dedik. Önceki gün girdiğimiz yol kadar olmasa da, başka bir keçi yolu macerasından sonra, bu kez bir iki arabanın daha olduğu koyu bulduk. Deniz gerçekten müthişti. Yüzdük de yüzdük. Deniz kabuğu toplamayı da unutmadık tabisi.


Burası Domuz Burnu Koyu olabilirmiş ama kesin bilgi değil.

Kumsalın hemen arkasında küçük bir kulübe vardı. Bir Amca zamanında arsasını almış, evini yapmış; bahçesinde fasülyesi biberiyle mis gibi yaşıyordu. Yanımıza geldi. Biraz muhabbet ettik. Sonra o gitti ileride oturan başka bir çiftle biraz daha muhabbet etti. Konuşkan bir amcamızdı yani.

Datça'dan sonra Bodrum'a geçtik. Güvercinlik'te, Kaya Camping'in alanına çadırımızı kurduk. Burası denizin dibinde -gerçekten 3 adım kadar- harika bir yer. Sahipleri ilgili ve iyi insanlar. Ayrıca camping'de uzun süreli konteynır kiralayan yazlıkçılar da çok misafirperverler. Tekrar tatile nereye gitmek istiyorsun diye sorsalar Güvercinlik derim. Zaten otel falan hiç tarzımız değil. Öyle yerlere ayak basmıyoruz. Milyorlarca insanın atlayıp zıpladığı havuza mı gireyim. Yoksa süslenip püslenip açık büfeye mi ineyim. Yapmayın bunu. Ben de yapmayım bunu.

Güvercinlik'te akşam oturmasına geldik.

Bu günden sonra Dikili'ye geri döndük. Bademli'de çok güzel bir kumsalın üst kısmına kurulmuş Çam Camping'i denemek istiyorduk ama restoranında bir bira içtikten sonra -birer bira değil, bir bira, resimdeki gibi yani- burada kalmaktan vazgeçtik. Restoranın kötü olması bizim için önemli değilse de Çam Camping temiz bir yer değil. Tuvaleti kullanması gerekince uzun uzun düşünüp karalar bağlıyor insan. Geceyi annemin evinde geçirdik ve İstanbul'a doğru yola çıktık.

Bademli'de manzara züper ama

Tabi ki İstanbul'a kadar vızırt diye bir kerede gitmedik. Geyikli'de bir gece kalmaya karar verdik. Hemen Dolmuş Camping'i bulduk -İşte böyle anlarda teknoloji çok işe yarıyor. Teknolojiyi herkese tavsiye ediyorum- Oraya vardığımızda saat biraz geç olduğu için eşyalarımızı bırakıp yemeğe çıktık. Ha bu arada kampın kafesinde güzel karışık tost yapıyorlardı. Ama karışık tostu akşam yemeğine aperitif yapmadım, merak etmeyin. Ertesi sabah kahvaltıda yedim.


''Kampa yakın, sahilde nerede rakı içeriz?'' diye sorunca 
burayı gösteriyorlar ama adını bilmiyorum.

İstanbul'dan önce son uğrak yerimiz Gelibolu, Kömür Limanı oldu. Burada, Serkan'ın arkadaşı Volkan'ın karavanında tatlış bir gün geçirdik. Tatilin son semizotu salatasını yapıp gömdük. Lezizdi.  Burada hiç fotoğraf çekmemişiz. Bunu yazarken farkettim ama ne yapalım, olur o kadar. 

O zaman tatil bitti. Öptüm. Görüşürüz.

Tatil çok yorucu



Yorumlar

Yorum Gönder